Her gezginin bir hikayesi vardır
Gezgin Alimler: Bilgi Peşinde Karanlığa Düşen Gözler
Gezgin Alimler: Bilgi Peşinde Karanlığa Düşen Gözler

Gezgin Alimler: Bilgi Peşinde Karanlığa Düşen Gözler

Tarihin tozlu sayfalarını karıştırırken, bazen öyle hikayelerle karşılaşırız ki, bugünün konforlu hayatımızla kıyaslayınca utançtan yerin dibine gireriz. Düşünün: Elektrik yok, kahve makinesi yok, internet yok… Ama var olan tek şey, sonsuz bir bilgi açlığı ve o açlığı dindirmek için göze alınan fedakarlıklar. Bugün, Ortaçağ İslam dünyasının gezgin bilginlerini, yani o yollarda toz duman içinde bilgi avlayan kahramanlarına değineceğiz. Onlar için seyahat, romantik bir macera değil; tam tersine, zorlu bir sınavdı. Ama bu sınavı, erkeklik, dayanıklılık, züht, perhiz ve fedakarlık gibi erdemlerin zirvesi olarak yücelttiler. Peki, bu ideal adamı şekillendiren neydi? Katlandıkları acılar elbette!

Gece Yarısı Mum Işığında Bir Savaş: Fesevi’nin Dramı

Rahlesinin (o dönemin öğrenci masası) başına eğilmiş bir alimle başlayalım: Fesevi (ö. 277/890). Bu muhaddis (hadis âlimi), gece geç saatlere kadar yazmaları kopyalamaya çalışmış. Sonunda, gözlerinin önüne siyah bir perde inmiş – görme yetisini kaybetmiş. Ortaçağ’ın yüksek eğitim dünyasında bu, ne yazık ki sıradan bir olaymış. âlimler gibi, zorlu hayatın ağına düşen bu adamlar, sık sık gözlerini yitirirmiş. Neden mi? Gündüz not almak, gece temize çekmek… Cılız bedenler, kötü beslenme, uykusuzluk… Sürmenaj (aşırı yorgunluk) kaçınılmaz!

Bu, adeta bir meslek hastalığı: Göz bozuklukları. Sakatlık yaratır, kariyerleri mahveder. Fesevi’nin o uzun geceden sonra yaşadığı korku, bugünün ekran başı çalışanlarının mavi ışık sendromunu andırıyor – ama katbekat daha vahşi. Ortaçağ alimleri bu tehlikeyi bilir, ama küçümserlermiş. Neden? “En iyi olmak istiyorsak, sağlığı feda etmeliyiz” diye düşünürlermiş.

Buhari’nin Uykusuz Geceleri ve Mucizevi Tedavi

Şimdi sahneye, hadis âlimlerinin devi Buhari (ö. 256/869) çıksın. Arkadaşının tanıklığına göre, öğrenim yıllarında geceleri “çakmak çıkarıp ateş tutuşturmak, kandili yakmak” için 15-20 kez uyanırmış. Defterlerini açar, sorunlu hadisleri gözden geçirir… Uykusuzluk, onun gibi birinin bile gözlerini tehdit etmiş. Horasan’da başlayan görme sorunları, neredeyse körlüğe varacakmış. Ama şanslıymış: Seyahat eden alimlerin tıbbi hazineleri varmış. (İslam’ın 2. yüzyılından beri “seyahat tabipliği” diye bir şey varmış!)

Buhari’ye verilen reçete basit ama etkili: Kafasını kazıtmak ve başını hatmi çiçeği merhemiyle kaplamak. Sürer sürmez, rahatsızlık geçmiş! Bugün bitkisel tedavilere şüpheyle bakan bizler, bu doğal çözüme hayran kalırız herhalde.

Şanssız Harun: İlahi Bir Ders mi?

Ne yazık ki herkes bu kadar şanslı olmuyor. Mervli Harun bin Ma’rüf (ö. 231/845) mesela. Yaşam öyküsü yazarına göre, “sürekli kitaplara başvurduğu” için gözlerini tamamen yitirmiş. Bağdat’ta, evinden uzakta başına gelen bu felaketi, ilahi ceza olarak yorumlamış. Rüyasında bir ses duymuş: “Hadise Kur’an’dan daha çok değer veren, er ya da geç cezalandırılır.” Harun da düşünmüş: “Körlüğümün nedeni bu tercihim olmalı.” Acı bir itiraf, değil mi? Bilgi tutkusu, bazen vicdan azabına dönüşüyor.

Ahmed bin Hanbel: Yoksulluk, Yürüyüş ve Bayılma Anı

Güzergahlarını belirlediğimiz bu genç alimler, hastalıklı bir hayat sürmüş. Sufiler gibi aramasa da, aşırı yaşam bir “sınır deneyimi” olmuş: Ya güçlenerek, ya kırılmış olarak çıkmışlar ötesine. Ama bedel? Iraklı meşhur muhaddis Ahmed bin Hanbel (ö. 241/855) bunu en iyi özetliyor: “Biz bilgiyi onurumuzu kırarak edindik.” Fakirlik, tanınmak için çekilen acılar… Yorulmaz bir yürüyüşçüymüş; Suriye’ye seyahat etmiş, “iki, üç kez” Mekke’ye yaya haccetmiş. Yor, sıkıntı, bitkinlik – hepsini bilirmiş.

En çarpıcı anı: 799 yılında, Kufe’ye Süfyan bin Uyeyne’nin derslerine gitmek için Bağdat’tan yürümüş. Hocanın ağzına kadar dolu evinin sofa’sında bayılıp düşmüş. Genç Ahmed, bilgi uğruna kendini tüketmiş resmen.

Son Söz: Bugüne Bir Ders

Bu gezgin bilginlerin hikayesi, bize ne anlatıyor? Bilgi, bedava gelmiyor. Onlar, karanlık gecelerde mum ışığıyla savaşıp gözlerini riske attılar; bizse klavye başında benzer bir yorgunluk yaşıyoruz. Ama bir fark var: Onlar bunu erdem saydı, bizse “work-life balance” diye mızmızlanıyoruz. Belki de biraz ilham almalıyız – tabii, hatmi merhemi stoklayarak!

(HOUARI TOUATI: ORTAÇAGDA İSLAM VE SEYAHAT, Bir Alim Uğraşının Tarihi ve Antropolojisi, ÇEVİREN: ALİBERKTAY eserin bir kesitinden uyarlanmış)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir